Kişisel Yazılarım, Resimlerim, Düşüncelerim…

Archive for Eylül, 2014

TÜRKİYE’NİN EN KUZEY UCUNDA RESİM SERGİSİ

10593109_699451876770238_4940880739790639787_nTÜRKİYE’NİN EN KUZEY  UCUNDA RESİM SERGİSİ

10610497_593312274125471_6463588032107223121_n

Sinop’ ta, Türkiye’nin en kuzey ucunda resim sergisi açma fikri benim gibi tüm ressam arkadaşlarımı da heyecanlandırmıştı. Kolay kolay herkese nasip olmayabilir bu heyecanı yaşamak. Hem de Atatürk’ün Sinop’a geldiği gün.

Tüm Sinop ve Sinoplular’ın heyecanla özlemle beklediği bir gün de. Bu özel günü sadece Sinoplu’lar değil, Sinop’ta bekliyor hiç kuşkusuz. Çünkü Sinoplu’ları bu kadar mutlu, huzurlu, sevecen, güleryüzlü kılan da; doğal güzellikleri ve kendilerini sarmalayan tarihi kültürel zenginlikler ve bu güzelliklerle beslenmeleri olmalı. Sinop’un, kalesi, İnceburnu, Hamsaroz’u, Akliman’ı, Karakum’u, camileri, türbeleri, medresesi, gölleri, dereleri, mağraları, şelaleleri…

Neresine bakarsanız bakın farklı yüzyıllara ait örnekler görebiliyorsunuz. Arkeoloji müzesinde bunların bir kısmı çok güzel anlatımlarla sergilenmiş. Gördüklerim ancak bir kısmı. Anadolu’nun binlerce yıllık kültürel hazinelerinin farkında olamıyoruz bir türlü. Anadolu Uygarlıkları’ nın mirasçısı bir başka ülke olsa, dünya uygarlığının başlangıç yeri kabul edilir ve turizm ile zengin olurdu. Osmanlı döneminde, Batılılar’a verilen kazı izinleri sayesinde, kaçak kazılarla tarihimiz ve tarihi eserlerimiz yağmalatılmıştır. Üzülerek öğrendim ki, Anadolu’ dan kaçırılıp çalınan ve yurt dışındaki müzeleri dolduran eser sayısı 80.000 dir.

Ne acı değil mi?

Yurt dışına kaçırılıp hala oradaki resmi ve özel müzelerde sergilenen eserlerimiz Avrupa devletlerine, Amerika’ya kültürel hazine olmuş. Bunları görmek için, milyonlarca kişi büyük paralar vererek ziyaret etmektedir. (Üzülerek yazıyorum ama, bunlardan biri de benim.)

Erfelek Şelalesi, doğanın eşsiz harmonisi, yaklaşan sonbaharın rengini bazı yerlerinde içinde saklayarak bazı yerlerinde kısmen gösteren huzurlu bir şelale. Hava yağmurlu. Şemsiyelerimiz yok. Yol üzerinden aldığımız naylon torbaların altında korunmaya çalışarak şelalenin giriş kısmını gezmeye başlıyoruz küçük adımlarla. Şelale ve yağmurun birlikte yarattığı senfoniyi eşsiz manzara eşliğinde, içime dolduruyorum derin derin nefes alarak. Anı yanımda götürmek için, onlarca karelere sıkıştırarak  belgeliyorum.IMG_0682

Bir fırsatını bulup, Balatlar Kilisesi’ni, ziyaret ediyorum. Kilisede kazı çalışmaları hala devam ediyor. Şapelin tonozla örtülü yarısı sağlam ve yer yer boyalı freskler de görülmekte. Diğer kısımlar ise açıkta. Roma dönemine kadar uzandığı varsayılan, varsayılan diyorum henüz çalışmalar ve dönemi netleşmemiş. Toplu mezarlar, değişik lahitler çıkartılmış. Sinop mutlaka birgün, bu zenginlikleri ile turizmin göz bebeği olacaktır. İnanıyorum.

15 Eylül 2014 Saat 14.00. te Atatürk’ün Sinop’a gelişini simgeleyen balıkçı teknesini İskele Meydanı’nda törenle karşıladık. Şehir bandosu çalıyor. Gökyüzünde bir uçak. Gösteri yapıyor. Bayrağımız ve Atatürk’ün resmi. Ülkemizin bağımsızlığını simgeleyen bayrağımız. Kıpkırmızı ay-yıldızlı bayrağımız Sinop semalarında dalgalanırken, şehitlerimizi gazilerimizi de görüyorum sanki. Duygalarım dorukta. Gözyaşlarımı tutamıyorum. İskeleye yanaşan balıkçı teknesinden, gençlerimiz ve ellerinde 86 yıl önce Atatürk’ün Sinop’a geldiğinde çekilmiş fotoğrafı. Gençlerimiz zeybek oynuyor. Yıllardan beri ilk kez böyle çoşkulu bir tören izliyorum. Teşekkürler Sinop. İyi ki burdayız.IMG_0462

15 Eylül 1928 tarihinde harf inkılabını Sinop’tan başlatan Mustafa Kemal Atatürk, bugünkü M. Akif Ersoy İlköğretim Okulunda, alfabemizi kara tahtaya yazarak halka göstermiştir.

G.S.B. Resim Derneği üyesi 12 ressam arkadaşımızla birlikte 30 resimle hazırladığımız resim sergimiz, aynı gün saat 18.00 te Mimarlar odasında açılıyor. Açılışı Belediye Başkanı Baki Ergül yapıyor. İnşaat Mühendisi ve Sinop’lu. Hizmet adamı. DSİ de çalışmış emekli olmuş, birikimlerini Sinop şehrine aktarmak için gönüllü, emekçi bir başkan.

Ne mutlu size, Sinop ve Sinoplu’lar!..

17 Eylül 2014; Ayancık’ta da resim sergisi açılışı için münibüsle yola çıkıyoruz. Sinop- Ayancık arası 59 km mesafe de yaklaşık 1,5 saat. Ayancık’tayız. Ayancık Kültür Evi’nde 30 resimle, aynı gün akşam 17.00 de açılacak sergi için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Katılım muhteşem. Açılışımızı Ayancık Kaymakamı Suat Yıldız yapıyor. İlçe yöneticileri ve halkı, sanata ilgili, sıcak kısaca tam bir sanat sever. Teşekkürler Ayancık.

Ayancık, sakin, sessiz, yemyeşil ve masmavi bir sahil kasabası. Tertemiz havası, sahilde sıra sıra çay bahçeleri, çakıl taşlı plajları, motelleri ve severek gezdiğimiz sevimli çarşısı, panayırı ve çok güzel pazar yeri.

İnaltı mağarası’na gitmek için ertesi gün yola çıkıyoruz. Ayancık ilçesine 35 km. uzaklıkta, 1070 metre yükseklikte. İnaltı köyü yakınındadır. Ulaşım: toprak, ancak manzaralı bir yoldan gidiyoruz. Köye uzaklık, yaklaşık 400-500 metre olup, dik bir yol. Mağaraya taş merdivenlerle çıkıyoruz. Merdivenlerde ahşap korkuluklar ve ara yerlerde dinlenme için oturma yerleri var. Mağara, geniş ve yüksek bir girişle başlıyor. Sırtınızı mağraya döndüğünüzde, ağaç denizinden gözlerimi alamıyorum. Ağaçlar çok büyük ve sık. Ağaç türleri, köknar, çam, kayın, gürgen, meşe, ıhlamur, çınar, kavak ve kestane olduğunu öğreniyorum. Mağaranın yaklaşık 300-400 metresi geniş ve yüksek. İnaltı mağarası yatay uzanımlı fosil bir mağaradır. Mağaranın giriş salon boyu 125 metre, genişliği: 7-13metre, yüksekliği ise; 6-22 metre arasında düzgün bir galeriye açılıyor. Bu galeri mağaranın en geniş ve en kuru bölümüdür. Tabanı toprak, mooloz ve örtü damlataşları ile kaplıdır. Buradan sonra mağara daralmaya başlar. Büyük bir tünel şeklinde devam ediyor. İlk 300-400 metrelik bölümde; mağara oluşumları açısından, duvarlarda travertenler ile, yer yer küçüklü-büyüklü sarkıtlar bulunmakta. Mağaranın toplam uzunluğu: 658 metre. Ancak: 300 metresi turizme açıktır. 300metreden sonrası, sulu ve çamurlu olduğu için ziyarete kapalıdır. İnaltı mağarası 75 milyon yaşında genç bir mağra olduğu tesbit edilmiştir.IMG_0867

Mağara halkın ziyaretine açıktır. Mağara içi aydınlatması, yürüyüş merdivenleri, giriş kapısı ve mağara önü çevre düzenlemesi çalışmaları halen devam etmektedir. İnaltı mağarasından ayrılırken hiç konuşmuyorum. Gördüklerimi, hissettiklerimi belleğimde demlenmeye bırakıyorum. Düşünüyorum. Ben buraları çok sevdim, çocuklarım, eşim, tanıdıklarım, dostlarım herkes bu güzellikleri görmeli diyorum kendime. Düşüncelerimden silkeleniyorum. Minibüsümüz duruyor. Akgöl Orman Müdürlüğü tesislerindeyiz. 2-3 Dönümlük bir göl. Tüm yansımalarla, ışık gölge ile çevresini kendinde barındıran bir su birikintisi. Tıpkı bir sıvı ayna gibi. Akgölü belgelemek isteyen arkadaşlarımın çoğu gibi bende sıvı aynayı, ‘Akgölü’ kullandım. Onbinin üzerinde bitki çeşidine sahip olan Akgöl yaylası botanic çalışmalarına iyi bir laboratuar olmuş.IMG_0932

Ayancık’ta şehir mimarisi 1. Dünya savaşı öncesi bölgede yaşayan Rumlar ve daha sonraları bölgede kereste fabrikasını kuran Belçikalılar’dan etkilenmiş. Sahil kesiminde gördüğümüz ahşap evler Belçikalıların mimari tarzından etkilenerek yapılan evler, iki katlı içten merdivenli ve bahçeli evler. Yakın tarihte belediye, dış çephelerin restorasyonunu yapmış.

19 Eylül 2014 Cuma. Gaziler Günü. Hava yağışlı. Öğretmen evindeyiz. Gazilerimiz için hazırlanan proğrama katılıyoruz. Gazilerimizi tanıyoruz. Yine heyecan dorukta. Zarf içinde onlara bir hediye veriliyor. Bilmiyoruz. Dernek başkanımız Nazan Akpınar da bir gazimize hediyesini veriyor. Bize bu anlamlı günün öz de bir parçası olduğumuz hissettiriliyor. Teşekkür ederiz değerli Kaymakanımız. Size ve sizin gibi düşünen ülke yöneticilerine minnettarız. Allah yolunuzu açık etsin.

Sinop ve Ayancık da sergi açtığımız için, burada değerli insanlarla tanıştığım için çok mutluyum. Sizlerle aynı dili konuştuğumuz için, sizlerle kimyamız tuttuğu için çok mutluyum.

‘Anadolunun En Kuzey Ucunda’ resim sergimizin mimarı ve bize yaşadığı coğrafyayı tanıtan ve bu güzel coğrafya da yaşayan güleryüzlü insanlarla tanıştıran ve ağırlayan ve/veya yardımcı olan Ayancık’ın haftalık yerel bağımsız siyasi gazetesi Doğuş’un, eğitimci yazarı Erdoğan Erkaymaz’a teşekkür ediyorum.

Yazımı; bir düşünürün şu felsefi sözleri ile bitirmek istiyorum. ‘Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada pek çok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapısını gerçekte kurmadan önce, onu hayalinde kurabilmesidir.

Yani, ‘İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır.’

Hayallerimizin bitmemesi dileğiyle.

Salime Kaman

24.Eylül.2014

SİNOP CEZAEVİNDE ADANALI SABRİ İNCE ve HÜSEYİN PEHLİVAN

IMG_0565

Tarihi Sinop Kapalı Cezaevi ni 16 eylül 2014 tarihinde, arkadaşlarımla birlikte gezmeye gittik. Neden mi gittik? Resim sergi açılışını yaptık ve Sinop’u tanımaya devam ediyoruz. Bir dönem ülkemizin Alkatrazı olarak bilinen Sinop cezaevi. 1999 yılında kapatılan ve müze haline getirilen bir cezaevi. Filmlere dizilere konu olmuş ve sahne olmuş bir hapishane. Tarihi eskilere dayanan yapı, şiirlere, şarkılara konu olmuş.

Üç yanı deniz olan ve tarihi kale duvarlarının içerisinde yer alan cezaevine ev sahipliği yapan kale yaklaşık 4000 yıl önce yapılmış. Kalenin cezaevi olarak kullanımına ait en eski belgeler 1568 yıllarına dayanır. Evliya Celebi seyahatnamesinde bu zindan bahseder ve şöyle der.

“Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”

Cezaevinde yatan isimlerden bazıları şunlardır. Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Ruhi Su, Burhan Felek, Zekeriya Sertel…

Birde Sinop’lu Hüseyin Pehlivan. Cezaevinin bahçesinde bir dut ağacı ve yanında metal ayaklı bir saç levha pano. Pano üzerinde bir fotoğraf ve 1959 yılında yazılmış fotoğraf arkası not. Yazı küçükharflerle yazılmış serbest ölçüde. Sinop cezaevinin Dış Bahçesindeki Dut fidesi.1959.Yanımdaki arkadaş Adanalı Sabri İnce ve Hüseyin Pehlivan.(imza)

Beyaz boyalı sac levhada yazı şöyledir.

DUT (TESELLİ) AĞACININ HİKAYESİ

IMG_0574

Ağaç, eski mahkum Hüseyin PEHLİVAN tarafından 1959 yılında dikilmiştir. Kendisi tarafından anlatılan hikaye şöyledir.

‘…Dut ağacı bu!.dikmek için müdüriyete yazı yazmam lazım. ‘Maruzat’ deriz biz ona. Yazı gider müdürün önüne, müdür bana bakar. ‘Hüseyin Pehlivan yazı yazmış.’ Cezaevinde bir çokları ‘Yazar’ derdi bana, öyle çağırırdı beni.

Müdür beni çağırıp’ yazı yazmışsın, söyle bakalım ne istiyorsun? Dedi. ‘Sayın müdürüm, ben bir dut ağacı dikmek istiyorum.’dedim. ‘Nereye dikeceksin? Neden, ne yapacaksın dut ağacını? Yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun dutundan yiyecek, sana dua edecek öylemi?’ dedi.

Bende ‘bu dut ağacı büyüdüğü zaman 20 sene, 30 sene, 50 sene sonra neyse kaçyıl sonra olursa olsun, büyüdüğü zaman buraya gelen mahkumlar diyecekler ki; Bu dut ağacını diken kişi idamdan kurtulmuş, müebbet cezaya çarptırılmış. Müebbet cezayıda bitirmiş çıkmış buradan diyecekler. Bu şekilde teselli kaynağı olacak onlar için. Ben bunu düşünüyorum, daha ümidimi yitirmedim. Ben birgün çıkacağım buradan. hiç ümidimi yitirmedim’ dedim.

Öylece durdu ve ‘peki dış bahçenin bir yerine dik’ dedi.

Hüseyin Pehlivan teselli ağacını dikti ve ümit ettiği gibi Sinop’un Hanı’ndan tahliye oldu.’

Yazıyı bende defalarca okudum. Tüm hapishaneyi gezdik yorulduk. Çıkışta Hüseyin Pehlivanın diktiği kocaman o dut ağacının gölgesinde serinlemek için oturduk. Tıpkı 55 yıl boyunca gölgesinde dinlenen insanlar gibi.

Hüseyin Pehlivan sen öyle büyük bir iş yaptın ki; diktiğin dut ağacı ile,yıllarca mahkumlara dayanmayı ve sabretmeyi öğrettin. Meyvesini binlerce insanlar ve kuşlar yedi. Sen sabrın efendisisin benim için. Hayattaysan sağlıklı ömür diliyorum, hakka kavuştuysan da nur içinde yat diyorum sana.

Salime Kaman

21.09.2014

SİNOP NÜKLEER ENERJİ SANTRALİ

12440_100418112535_p

Nazım Hikmet, Abidin Dino’ya; “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye sorar. Abidin Dino, soruya resimle değil tıpkı Nazım Hikmet gibi şiirle cevap verir. ….

Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi; ne boya
… diyerek şiiri bitirir.
Konuksever, sevgi saygı, dostlukla dolu, yüzü gülen dünyada eşi benzeri olmayan yemyeşil dağları ve masmavi tertemiz denizle çevrili mutlu kentimiz SİNOP ve ilçesi AYANCIK. Sizin resimlerinizi doya doya yapmak istiyorum. Yemyeşil ormanlarınızı, masmavi denizlerinizi, mutlu yüzlerinizi boyalarım bitinceye kadar ellerim duruncaya kadar tuvalime taşımak istiyorum.

Senin akciğerlerini keseceklermiş. Senin kan damarlarını yok edeceklermiş. Sinop Nükleer Enerji Santrali’ni kuracaklarmış. Evet evet yeni öğreniyorum. Kahroluyorum. İçim acıyor. Sinop İnceburun Yarımadası’nın deniz kenarında nükleer enerji santrali kurulacakmış. Kimseye sormadan, bilgi vermeden. Neden? Bilmiyorum..

Japonya ile anlaşma yapılmış. Santral yapılacakmış. 2017 yılında inşaasına başlanacakmış. Santralin 1100 MWe’lik 4 reaktör ünitesiyle 4.400 MWe toplam kurulu güce sahip olması tasarlanmış bile. Hesaplar da yapılmış!..

2012 verilerine göre İstanbul’un sadece %1,07 ‘si kadar enerji tüketimine sahip olmasına rağmen, 4.400 MWe kapasiteli bu santral niçin Sinop’a yapılıyor? Bilmiyorum.

Deprem riski taşıyan bu bölgede Sinop Nükleer Enerji Santrali yapılması doğru bir kararmıdır? Bunu da bilmiyorum.

Bu coğrafi güzelliklerin kıyımına gönüller razı mı?

Nükleer Enerji Santrali ni kabaca  şöyle anlatmak istiyorum. Nükleer santrallerde kullanılan tepkimeler, atom bombası teknolojisi gibi faaliyetlerdir. Zenginleştirilmiş uranyum elementine ihtiyaç vardır. Uranyumun fisyon tepkime bölünmesi sonucunda çok yüksek miktarda enerji ortaya çıkar. Ortaya çıkan enerji kontrol edilmediği takdirde ölümcül sonuçlar kaçınılmazdır. Tıpkı , 11mart 2011 tarihinde başlayan ve halen devam eden Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları gibi. Atmosfere radyoaktif madde salınmasına sebep olan olaylar dizisi gibi. Nedeni 9 şiddetinde meydana gelen depremdir. Deprem bilimcilerden öğrendimize göre, Türkiye de bir deprem bölgesidir.

Nükleer enerji santralleri kurulması önemlidir ayrıca kurulduktan sonra işletmesi de önemlidir. Kurulduktan bir müddet sonra NES işletmesi, taşaronlar tarafından ya yaptırılırsa ne olacak? Bilmiyorum ve cevabını duymak bile istemem. Ancak çok iyi bildiğim ve çok sevdiğim bir söz vardır.

Bütün mutsuz olanlar, yalnız kendi mutlulukları peşinde koşanlardır. Bütün mutlu olanlar ise başkalarının mutlu olması için çalışanlardır.”

Bu mutlu kentimizi ‘ ne olur’ mutsuz etmeyelim. Mutsuzluğu adım adım yaymayalım. Bırakalım ‘Kayın ve Göknar ormanlarımız’ ruhlarımızı beslesin. Bırakalım, Sinop ormanları kuşların, sincapların, yaban hayvan barınağı olmaya devam etsin. Ormandaki ağacın, taşın, dikenin, adaçayının, toprağın, yaprağın görevini engellemeyelim. Ormanların ekosistemini bozmayalım. Çocuklarımızın, torunlarımızın da, benim gibi Sinop’u, Ayancık’ı görmelerine izin verelim ve onlarda o eşsiz güzellikleri görsün ve yaşasın. Hatta dünya görsün bu güzel kentimizi.

Ormanlar, bitkiler ve hayvanlar için doğal su kaynaklarımızdır. Kar ve yağmur sularını tutarak sellerin oluşmasını önler ve yeraltı sularının oluşmasına yardım eder. Yeni çöllere fırsat vermeyelim. Ormanlar sıcağı, soğuğu dengeler, yaz sıcaklığını azaltırken kış sıcaklığını artırır, radyasyonu önler. Doğal afetleri önler, ülke turizmine katkıda bulunur.

Dinimiz, ağaç dikmeye ve yeşil alanları korumaya büyük önem verir.
Bu güzel şehrimizi, mutlu kentimiz Sinop’u ve mutlu insanlarını mutsuzlaştırmayalım.

Yazımı Atatürk’ün sözleri ile bitirmek istiyorum.

Kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır”. Gelecek nesillerde, tıpkı benim gibi, bizim gibi yeşil/mavi Sinop-Ayancık ve yaşayan mutlu yüzleri görsün.

Geleceğimizi kimyasal zehirlere teslim etmeyelim. Geleceğimize geri dönüşü olmayan mutsuzluklar bulaştırmayalım.

Mutlu ve sağlıkla kalın

Salime Kaman

21.Eylül 20014

DERİNDONDURUCU

Bugünlerde üzerime bir keyifsizlik çöktü. Belirli nedeni yok. İnsanın iç dengeleri vardır, en ufacık şey bozar bazen. Dolunay da olabilir. Evet evet dün akşam dolunay vardı. Mutlaka dolunaydan etkilendim.

Bugün hava yağışlı. Denize de girmedim. Bilgisayarımın başındayım. Parmaklarım tuşların üzerinde bir o yana bir bu yana savruluyor. Yazmak hoşuma gidiyor. İçim hafifliyor. Sakinleşiyorum. Zihnimi bir an için hüzünlü anılardan uzaklaştırıyorum.

Hüzünlü anılar. Onları tekrar derin dondurucuya koydum. Tabii ne kadar başarılı oluyorum bilmiyorum. Belleğin işlemesini derin dondurucuya benzetiyorum. Hani uzun süre derindondurucuda bıraktığın bir şeyi çıkarınca nasıl olur, hepimiz biliriz. Başlangıçta semsert olan kokusu tadı olmayan beyaz zarla kaplı şeyler.  Dondurucudan çıkartınca, dışarda yada ateşte, yavaş yavaş formuna rengine kavuşur ve koku salar. Bunun gibi hüzünlü anılar da uzun zaman boyunca belleğin sayısız karanlık yerlerinde uyuklarlar, orada yıllarca kalırlar donarlar sanki. Günlerden bir gün, oradan çıkınca acı, yeniden yıllar önce olduğu gibi yoğun ve yakıcı olarak ortaya çıkar. Önemli olan bu acıyı doğal becerilerle tekrar  yaşamaya izin vermemek. Nasıl mı?

Dürüstlük duygularımla bunları yazarken aslında bu duygular yakmasada insanın canını acıtıyor ince bir sızı gibi…

Salime Kaman

08.09.2014

İLERİ GİDERKEN

Çocukluğumun geçtigi evde kocaman bir dut ağacı vardı. Öyle büyüktü ki ancak üç-dört çocuk kollarıyla sarabilirdi gövdesini.  O ağaca sırtımı dayayıp gözümün uzandığı tüm ovaya sarılırdım sımsıkı. Fazla ayakta kalınca ayaklarım öne doğru yavaşca kayardı ve ıslak otların üzerine oturuverirdim. Saçlarımın arasında ve yüzümde rüzgarın okşayıyı serinliğini hisseder ve gözlerimi kapatarak yüreğime kadar bu güzel serinliğin girmesine izin verirdim. Gördüğüm herşeyle kendimi bütünleştirirdim.  Onlarla birlikte olmak bütün olmak, kopmadan ahenk içinde yaşamak. Ne güzeldi. İçimde, müzik kutusu çalışır şarkı söylemeye başlardı sanki. Zihnim ışıklarla parlardı. Ne mutluydum. Var olduğum için mutluydum. Bu güzelliklerle dolu olduğum için mutluydum. Çocukluğumun içinde barındırdığım bu mutluluğu hala hissettiğim için de mutluyum. Ama artık bütünlük bozuldu. Taşlar oynadı yerinden birer birer.

Yollarda ilerlemeye devam ediyoruz hepimiz. Önümüze çıkan kavşaklarda başka başka yaşamlarla karşılaştık. Onları tanımak, tanımamak, birlikte yaşamak ya da yaşamamak! Bir anlık karar sonucudur. Dümdüz gitmek, sağa sola sapmak söz konusu olduğunda, yanında olacak kişiler de bir bir oluşuveriyor işte. Yapacak şeyler bulamıyorsan eğer kısaca buna yazgı deyip geçiyoruz. Gerçekten bu bir yazgı mıdır?

Özgürlüğe saygı duydum hep. Sevgiyle yaklaştım herşeye. Sevgiye tembellik yakışmazdı, bunu biliyordum. Çok emek verdim herşeye. Sevgiyi ileri taşımak, sevgiyle yaşamak ve yaşatmak için. Sevgiyi dolu dolu yaşamak için kararlı ve güçlü olmak gerekir. Sevgi İleriye gitmeyi gerektirir. Sevgi geriye döndürmez insanı.

Şimdi düşünüyorumda,’ acaba hep ileri gideceğime, birazda geri dönseydim ‘ diye!

Salime Kaman

06.09.2014